
Bu blogu Kierkegaard'a ait çok sevdiğim bir yazıyla açmak istedim. Kierkegaard, 1813-1855 yılları arasında yaşamış Danimarkalı filozof, düşünür, edebiyatçı, teolog.... Oyunlar oynayan bir münzevi, şeylere iğneyle açtığı küçücük deliklerden bakan, fındık kabuğunun içine yakaladığı bir sineği koyup oyunlar oynayan. Bir münzevi, aynı zamanda uzun yürüyüşlere çıkıp karşılaştığı herkesle tek tek konuşan bir cemiyet adamı. Daima yürüyen, ve geride bıraktıklarını önüne koyan... Yaklaşık 2300 yıl önce "Bana bir dayanak noktası verin Dünya'yı yerinden oynatayım." demişti Arkhimedes. Kierkegaard, o dayanak noktasının ne olduğundan bahsediyor bu yazıda.
Arkhimedes'in o dayanak noktası
"....En sevdiğim yerlerden biri olmuştur burası hep. Sakin bir akşam
orada ayakta dururken, deniz derin ve durgun vakarıyla şarkısını
söylüyordu, uçsuz bucaksız suların üzerinde gözüm tek bir yelkenliye
ilişmedi, deniz gökyüzüne, gökyüzü de denize sınır koyuyordu; öte
yandan, hayatın koşuşturmacası dinmiş, kuşlar akşam dualarını
okuyorlardı - canım bildiğim üç beş kişi mezarlarından çıkıp geldi, daha
doğrusu sanki bana ölmemişler gibi geldi. Aralarında öylesine
mutluydum ki, bana sarılışlarıyla dinlendim, sanki bedenimden çıkmış
gibiydim, onlarla birlikte süzülerek yukarıdaki açık gökyüzüne
yükseldim - derken martıların boğuk, keskin çığlıklarıyla orada tek
başıma dikildiğimi ve gözümün önündeki her şeyin kaybolduğunu
gördüm, yüreğim kabarmış bir halde dünyanın koşuşturmacasına
katılmak üzere geri döndüm, ama elbette bu lütuf dolu anları
unutmadım. -Orada sık sık durup geçmiş hayatımı, üzerimde güçlerini
denemiş çeşitli çevreleri düşünmüşümdür; ve hayatta çoğu zaman insanı
kıran bayağılıklar, doğru anlaşıldığında hiç kopmayacak bağlarla
birbirlerine bağlanacak beyinleri sık sık birbirinden ayıran sayısız yanlış
anlamalar gözümün önünden kaybolup gittiler. Bu perspektifle bakınca
sadece geniş ve güçlü dış çizgiler görünüyordu ve ben sık sık başıma
geldiği gibi kendimi o an kaybetmedim, aksine her şeyi bir bütün olarak
gördüm ve her şeyi farklı bir şekilde anlayacak, ne çok gaf yapmış
olduğumu itiraf edecek, başkalarını affedecek güce sahip oldum.
Kendimi genellikle çevremdeki insanların bir uzantısı olarak görmeme
sebep olan o hüzün ve umutsuzluk duygusu olmadan, beni küçük bir
çemberi şekillendiren prensip haline getiren gurur duygusu olmadan
orada öyle dikilirken -orada yalnız ve terk edilmiş dururken, denizin
gücü, elementlerin savaşı kendi hiçliğimi hatırlattı ve öte yandan
kuşların emin uçuşu İsa'nın sözlerini aklıma getirdi: Tek bir serçe,
Tanrınız olmadan yere düşmez: İşte o zaman kendimin hem ne kadar
büyük hem de ne kadar küçük olduğunu hissettim; o zaman o iki büyük
güç, gurur ve alçakgönüllülük mutlu bir şekilde dostlukta birleşti. Hayatının her anında bunu mümkün kılan insana ne mutlu; bu iki faktör, o kişinin sinesinde sadece anlaşmaya varmayıp ellerini de birleştirerek evlenirler -ne mantık evliliği ne de denk olmayan evlilik, kalbinin en gizli odacığında tuttuğu sakin bir aşk evliliğidir bu, kutsalların kutsalı, pek az şahidin olduğu, ama her şeyin Cennet Bahçesi'ndeki evliliğin tek şahidi olan Tanrının gözleri önünde geliştiği bir evlilik- meyvesiz de değil, aksine dünyadaki tecrübeli bir gözlemcinin görebileceği kutsal meyveleri olan bir evlilik: çünkü, bitkilerdeki kriptogamlar gibi, yığınların dikkatinden kaçarlar, onları sadece meraklı münzevi bulur ve bu keşfiyle coşar. Hayatı huzur ve sükun içinde akacaktır, ne gururun baş döndürücü kadehini dikecektir tepesine, ne de umutsuzluğun acı kadehini. Hesaplarıyla düşmanın savaş araçlarını imha etmeyi başarmış olan o büyük filozofun arzuladığı şeyi, tüm dünyayı kaldırabileceği Archimedes'in o dayanak noktasını bulmuştur, ki bu dayanak noktası da sırf bu sebepten dolayı, dünyanın dışında, uzay ve zaman sınırlarının dışında bulunmak zorundadır."
Kahkaha Benden Yana, Sören Aabye Kierkegaard, Ayrıntı Yayınları, 2005, sayfa 37

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder