30 Kasım 2008 Pazar

şşşş


önce başımı uzattım

sonra gövdemi çıkardım

elimi koydum alnıma

ne çok var gidecek

yıllardır yürüdüm

kendi etrafımda



bana bir bilgi verilmişti

daha doğmadan önce

bütün yollar denize çıkar

denizler okyanusa

-dünya garip.



ayaklarımın altını kesti binlerce taş

senin kıyına varana kadar

ve sen küçük bir gölsün!

(bulandırırsam ölürüm)



bazen oturuyorum

kıskaçlı bir hayvan yapıyorum

bırakıyorum aramıza

sen tutup pencereden

atıyorsun onu



güzelliğin başımı döndürüyor

bana herşey uğulduyor

ben kışkıran bir eşyayım

hazırım düşmeye masadan

dinmeyen sızıyı sen

nasıl yapıyorsun bilmem,

bir tek sen susturabiliyorsun



başım göğsünü ezerek

dinliyorum ezgini

uyku, bir düğmenin iliklenmesi

ben sözümü sana verdim

ben söyleyemem

sen söyle

26 Kasım 2008 Çarşamba

kafes


Ben, kafesteki bir hayvandır.


En çok sevdiği ona en çok dokunandır.


Dokunma, karşılıklıdır. Kafese girme riskini alabilenin, ancak içeridekine dokunmasına izin verilebilir. İçerideki de dışarıdakine "Senin kafesine girme sözünü tüm varlığımla veririm. Ama yine de daima bir risk vardır" der.


Kafes, içindekinin göbeğinden gelen bir bağla şekillenir. Kafes içeridekinden beslenir. İçerideki, kendi kendini dövme ihtiyacındaysa duvarlar serttir, o kendisini duvardan duvara vurur. Boğulmak istediği anda kafes küçülür, küçülür, ta ki içerideki nefes alamayıncaya kadar. Eğer ki hareket edebilmek istiyorsa, kafes genişler. Dışarıyı görebilmek istiyorsa saydamlaşır. Bir yere uzanabilmek istiyorsa esnekleşir. Hiçbir şey yapmak istemiyorsa, kafes öylece durur. Ne istediğini bilmiyorsa... şekilsizleşir.


Kafes hep vardır.


Bazı durumlarda gerçeklik kandırılabilir. Yönlendirilebilir, ona bir çelme takılabilir, veya ani bir karanlıktan faydalanılabilir. Bazen kafeste bir aralık açılabilir. -Bir erime. Bir mumun yanışı. Esriklik. Bir kurban etme. -İnsan kendisine ait bir parçadan feragat etmeyi kabul eder. Onu karşısındakine verir. Kibrin yanışı. Yakılışı.


Böylece birisi içerdekinin kafesine girebilir. Bu kendi kafesinden çıkması demektir. "Buluştuğumuz yer, burası"dır artık. Bu noktada bir hukuk oluşur, şimdi söz konusu olan iki kişilik bir kafestir.


Kafese giren, içeridekine yakındır. O içeridekine benzeyişini yanında taşımıştır. Farklılık benzerliğin içinde barındığı bir kaba dönüşür, bu kap sadece benzerliği taşıyabilmek için vardır.
İçeridekiler buluşunca yapacakları ilk şey şudur; birbirlerinin aklındaki yaraya dokunmak. Birisinin aklındaki yaraya dokunamayan, onun kalbine ulaşamaz. Çünkü kalp de, akıl kafesi içinde yaşayan bir hayvandır.


Birinin aklındaki yaraya dokunmak; "güven"dir.


Akıldaki yaraya dokunan aklı eritebilir ancak. Aklın erimesi, kalbin ısınması ve harekete geçmesidir. Kalpteki yara, kendi kendisini denizin yedi kat dibindeki bir istiridyenin içindeki inci tanesi gibi sessizce sunar. Yara, değerlidir, en değerlidir. Yara, ancak kendisine değer verene kendini açar.


Kendini sunan yara, okşanır. Bu, yaranın kapanacağı anlamına gelmez. Bir yara zorunlu olarak kapanmak için var değildir. Yara, yaradır. Yara belki de en derinde, bir sınama ölçütü olma işlevine sahiptir.


İki kişinin bulunduğu kafeste, bireysel bir ironiye yer yoktur. Yapaylığa da, yalana da, kendini kandırmaya da. Katıksız gerçekliktir varolan tek şey; çünkü sadece... Gerçek olan dokunandır.


Birisinin kalbindeki yaraya dokunmak "sevgi"dir.


Birisine dokunmak; 'kendi'ni onda öldürmektir.

7 Kasım 2008 Cuma

sızı

“Seni sınırlayan ne?” diyorum
çünkü herkesin bir sınırı var
sen de sınırını itip duruyor musun
benim gibi
öteye,
öfkeyle


deli oluyor musun
aklın başına geldikçe?


şiddetten bahsediyorlar
bize.


buluştuğumuz yer
tam...
burası


hani ellerimizle telefonlar etmişiz birbirimize
dudaklarımız birbirine dokunurken


birbirimizin derisini sıyırıp geçen
kirli tırnaklarımız
ikimiz de dehşetli bir hortumla
kendi içine
emilirken


bağırıyorlar ya,
kirlenmek güzeldir
sadece umarsızsan!
belki
asla yok olmayan sızı
-o hep kaçtığımız-
ruhu bir sakatattan ayıran


sen misin beni koruyan
kendimi bırakırken tutan
hani küçük acımış yerlerim
hani herkes beni çok severmiş
ben hariç,


hayatta her bilgi
başka bir bilginin eksikliği


gördüğün müyüm
sustuğum mu
ya bu kadar cüretkarsam?


herkes
karşısındakine dokunabildiği kadardır,
değil mi?
bu değil mi "gerçek" olan!


belki tek istediğim
beni yatıştırman


bana sesini mırıldan

tavşancık





"Asansörde, üçüncü katı aşağıda bıraktığım sırada tavşan, avucumun içinde kıpırdanıp duruyordu... O minik şeyi mendilime sarıp paltomun cebine koydum, boğulup ölmesin diye de palto düğmelerimi açık bıraktım. Tavşancık hemen hiç kıpırdamıyordu. O mini bilinci ona birtakım önemli olgular açıklamaktaydı herhalde: Yaşam, yukarı doğru bir çıkıştır ve soncul bir tıkırtıyla noktalanır, aynı zamanda yaşam alçak, beyaz bir tavandır, kişiyi lavanta çiçeği kokan, ılık bir kuytuyla sarmalar."



(Julio Cortazar'ın "Paris'te Bir Genç Hanıma Mektuplar" adlı öyküsünden.)